mavi kız hikayeleri - blue girl stories


I am not in this world to live up to your expectations, and you are not in this world to live up to mine.
You are you, and I am I, and if by chance we find each other,
it's beautiful.


If not, it can't be helped
.



Sunday, October 24, 2010

Bi uyuyup uyanmak

Çok acıyordu canı mavi kızın. O kadar çok acıyordu ki, artık içinde tutamaz olmuştu – elini attığı her şeye; yazılarına, resimlerine, sözlerine ve en çok da gözlerine bulaşmıştı içindeki o kara, kapkara acı…içinden atışı bile dindirmiyordu ama sancısını. bilmiyordu, bilemiyordu ve kimseye de soramıyordu: neden?

Çok direndi mavi kız. Kalmak için elinden geleni yapıyordu aslına “gitmek istiyorum…” derken bile. Sertab Erener Bir Çaresi Bulunur” diye fısıldamıştı ona o bitmez gözüken karanlık günlerde. Hele bir uyuyup uyansa, her şeyi geride bırakabilir diye umuyordu mavi kız safça. Ama sonunda yenildi…ve bu kez gitti.

Çok da iyi etti.

Keşke daha önce gitseydim!

Şimdi, yalnızca bir ay sonra, bunu içi rahat, yüzü gülüyor, yeniden parıldıyorken, hoş bir kahkaha eşliğinde umarsızca söylüyordu mavi kız. Bu gün onca zaman sonra ilk kez dinlediğinde o şarkıyı, sanki bir başkasının anlattığı ona uzak anıları hatırlar hissetti kendini.

Bir çaresi bulunmuştu çünki. 

Thursday, October 14, 2010

Romanya'da sonbahar

Baharın ilk günü, Arap çöllerinde dünyaya gelmişti mavi kız. Ancak ne yeşile – yeşillere, ne de sıcak havalara düşkündü. Su buharı gibiydi ruhu, sis gibi – kıştan yeni uyanan doğanın “sabah mahmurluğu” vardı üzerinde hep ve belki de bu yüzden grileri, toz renkleri, mavinin değdiği şeyleri severdi. Dışı soğuk, içi sıcacık olanlara düşkündü. Mavi kız “bahar insanı” sayardı kendini, ama komşunun tavuğu misali, hep diğer baharda arardı saadetini. Onun güçlü tonlarına, allarına morlarına kapılır – bir becerebilse de onlara sarıp sarmalarsa kendini, sanki daha mutlu olabilirmiş sanırdı. Mavinin kahve tonlarına uyumu, suyun toprağa aşkı gibiydi onun sonbahara olan bu merakı…yumuşak ve rahat – soğuk ve yağmurlu bir günde, iç ısıtan bir kupa sıcak çikolata gibi.

Huzurlu bir melankoli.” derdi sonbahar için hisleri sorulduğunda. Ve hep “Ankara’ya en çok yakışan!” diye düşünürdü kendi kafasında. Şimdi Romanya’daki tek göz oda evinden dışarıyı izlerken anlıyordu, Ankara’ya en çok sonbahar yakışıyordu – evet; ama Romanya sonbahara daha çok yakışıyordu.


Uzun bir fırt çekerek sigarasını bitirirken Ankara’ya, şehrine, kendisine en çok yakıştırdığı sonbahara en çok yakışanın o olmadığını gördü ve içi burkuldu mavi kızın. Rekabetten ölesiye korkan ve kaçan biri için, hazmetmek zordu bunu. Sigarasını söndürürken “en azından manzara muazzam…” diyordu.